İklim Politikasında Neler Oluyor?

İklim Politikasında Neler Oluyor?

Gerek ülkemizde gerekse de küresel bağlamdaki iklim politikasında çok hareketli günler yaşıyoruz. Küresel iklim politikasındaki hareketlenme her seneden çok da farklı sayılmaz. Sene sonuna yaklaşırken Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesinin Taraflar Konferansı (UNFCCC COP26) Glasgow’da toplanacağı için taraflar da bu toplantıya hazırlık yapıyorlar. COP26 diğer konferanslarla kıyaslandığında daha değişik bir durum yaratıyor mu yeryüzü açısından? Aslında hayır. Paris Anlaşması çoğu ülkede onaylandı ve çalışır durumda artık. Bu anlaşmanın yürürlük süresi 2030 yılına kadar da süreceği için ciddi anlamda farklı bir durum söz konusu değil. Olan ise 2015’te anlaşma ilk imzalandığında karşımızda olan problemden hiç de farklı değil. Paris Anlaşması imzalanırken taraf olan tüm ülkeler bu anlaşmanın aslında küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlayamayacağının bilincindeydiler. Ama gene de kendilerine oy veren kişilere dönerek “bakın işte yeryüzünü felaketten uzak tutacak bir anlaşmayı imzaladık” diyebilmek için böylesi bir anlaşmanın altına imza attılar. Paris’teki Taraflar Konferansının ardından gelen her konferansta da bu yaptıklarının bilincinde olarak “daha ne yapabiliriz” çabası içine girdiler. Daha yapılması gereken çok fazla şey var çünkü Paris Anlaşması kapsamında her ülke verdiği sözleri tutsa bile gezegenimiz ortalama olarak 3,5°C ısınacak. Küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlı tutabilmek için kaba bir hesapla tüm ülkelerin 2039 yılına kadar karbon salımlarını doğanın emebileceği seviyeye düşürmeleri, yani net sıfır karbon salmaları gerekiyor. En iddialı hedefere sahip olan Avrupa Birliği (AB) bile bu seviyeden son derece uzak. AB’nin iklim hedefleri 2050 yılında net sıfır karbon salan bir kıta olmayı öngörüyor. Oysa AB’nin 2030 yılında net sıfır karbon salan bir bölge olması gerekiyor ki diğer ülkeler biraz daha gevşek davransalar bile hedef tutturulabilsin. Dolayısıyla, herkesin karşısındakinin kartlarını gayet iyi bildiği, ama oyunu tam olarak bilmeyenlerin ciddi bir oyun oynandığını düşündüğü bir ortamdayız.

 

Bu Oyunu Değiştiren bir Olgu Var mı? 

Aslında bu olgu iki yönlü olarak oluşuyor. Bu yönlerden biri iklim krizinin her geçen gün biraz daha şiddetlenmesi ve artık sıradan vatandaşların da bu problemden haberdar hale gelmeleri. Ülkemizde Yuvam Dünya ve Konda işbirliği ile yapılan araştırma bunu tüm netliğiyle ortaya koyuyor. Vatandaşlar artık iklim krizi konusunda endişeliler ve bir şeyler yapılmasını istiyorlar. Fakat hâlâ herkes, bir şeyler yapanın devlet ve şirketler olması gerektiğini düşünüyor ve kendisi bu bağlamda elini taşın altına koymak istemiyor. Vatandaşlardan da bu yönde ciddi bir baskı gelmeyince Taraflar Konferansına giden politikacılar da havanda su dövmek diyebileceğimiz görüşmeler sonrasında bir sene sonraki iklim konferansında buluşmak için ayrılıyorlar. Bana kalsa iklim açısından yapılacak en iyi şey bu toplantılara hiç katılmamak olurdu. Böylece epey karbon salımından da kurtulmuş olurdu gezegenimiz. Ülkemizin durumu ise epey farklı. 2015 senesinde ülkelerin Ulusal Niyet Beyanları belirlenirken planımızı “hiçbir şey yapmak zorunda olmamak” üzerine kurduğumuz için bugüne kadar Paris Anlaşması bağlamında verdiği sözleri tutan az sayıda ülkeden biri olduk. Ancak “hiçbir şey yapmak zorunda olmamak” kavramını da fazlasıyla abarttığımız için şu anda iklim taahhütleri açısından tüm ülkelerin çok gerisinde bir noktada bulunuyoruz ve iklim politikamız da bulunduğumuz durumu savunabilecek şekilde yönlenmiş değil. Bir de üstüne Paris Anlaşması’nı da uzun süre onaylamamış olmamızı eklediğimizde bizden beklentiler epey yüksek düzeyde.

 

Paris Anlaşması’nı Neden Onaylamadık? 

Öncelikle, madem şartlarını yerine getiriyorduk, neden imzalamadık Paris Anlaşması’nı? Çünkü ülkemizdeki fosil yakıt şirketleri Enerji Bakanlığı üzerindeki etkilerini kullanarak yanlış bilgilerin yayılmasına neden oldular. Bu yanlış bilgiler iki grupta toplanabilir: İlk grupta anlaşmayı onaylamamız durumunda bize dayatılacak zor şartlar uydurması var. Paris Anlaşması’nın var olmasının yegane sebebi hiçbir ülkeye hiçbir şart koşulmamış olması. Tüm ülkeler bu anlaşma çerçevesinde kendi şartlarını belirlediler. Diğer ülkeler bu şartlara hafifçe burun kıvırsalar da kimse masum olmadığı için diğerine ciddi bir sertlikte karşı çıkamadı ve çıkamayacak. Sayıları ve iklim politikasını biraz takip etmiş olanlar bu konuda başka bir çıkar yol bulunamadığını da bilirler. Yanlış bilgilerin ikinci grubu da finansal kaynaklı. “Eğer biz Paris Anlaşması’nı imzalamamakta direnirsek, diğer ülkeler sonunda bizim Ek-1 ülkeler grubundan çıkmamıza izin verirler. Böylece de bize iklim finansmanının kapıları açılmış olur.” 1992 İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında biz ısrarla “gelişmiş ülke” sayılmak istedik, çünkü ulusal politikamız o tarihte onu gerektiriyordu. Bu anlaşma çerçevesinde de bizim ısrarlarımızla “gelişmiş ülkeler” yani Ek-1 denen ülkeler grubuna dahil olduk. O gün bugündür de Ek-1 grubundan çıkmak istiyoruz. Bunu yapabilmemiz için de tüm dünya devletlerinin oybirliği gerekiyor. Herhangi birimizin aklına Türkiye’nin istediği herhangi bir şeye hayır diyecek 3-5 ülke kolaylıkla gelecektir. Bu durumda da bizim Ek-1 grubundan çıkmamıza imkan yoktur. Ek-1 grubundan çıkarsak ne olur? Ek-1 grubu dışındaki ülkeler Yeşil İklim Fonu’ndan maddi yardım alabilirler. Bizim de Ek-1’den çıkmak istememizin nedeni bu, Ek-1’den çıkacak olursak biz de Yeşil İklim Fonu’na başvurarak para isteyeceğiz. Ama, bizim dışımızdaki her ülke de aynı fondan para almak istiyor. Yalnız küçük bir problem var: Yeşil İklim Fonu’nda para yok. Yıllardır “eğer Yeşil İklim Fonu’nda para olursa ve eğer bizi Ek1’den çıkartırlarsa, biz de para alabiliriz” diyerek Paris Anlaşması’nı onaylamamız engellendi.

 

Paris Anlaşması’nı Neden Onayladık? 

Peki, şimdi ne oldu da anlaşmayı onayladık, hem de yıldırım hızıyla ve oybirliğiyle? Öncelikle Çevre Bakanlığı ve özellikle Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar’ın kapalı kapılar ardındaki sabırlı ikna turları var. Ama daha önemli sayılabilecek maddi koşul değişiklikleri de oluştu. Mesela her geçen gün kömürden elektrik üretmek pahalılaşırken yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi ucuzladı. Böylelikle de Enerji Bakanlığının itirazı yavaşça sakinleşmeye başladı. Bir diğeri de Yeşil İklim Fonu’nda para olmadığının ve asla da olamayacağının anlaşılması oldu. Çünkü gelişmiş ülkeler parayı bu fona koymak yerine kendi kontrollerinde doğrudan ülkelere vermeyi daha akıllıca bir çözüm olarak görmeye başladılar. Ayrıca Türkiye de bu şekildeki desteklerden en fazla faydalanan ülke konumuna geldi. Bunun nedeni de özellikle Avrupa’nın bizi fiziksel bağlamda kaybetmek istememesi. Geleceğin göç yolları üzerinde altyapısı zayıflamış ve maddi anlamda çökmek üzere olan bir Türkiye gerekli bekçilik görevini de yerine getiremeyecek durumda olacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin iklim krizi karşısında kuvvetli durması AB’nin selameti açısından da gereklidir. Son olarak iklim krizini durdurmak isteyen AB ve ona uyan diğer gelişmiş ülkeler üretim politikalarını değiştirmeye ve bu değişikliği ticaret ortaklarına da şart koşmaya başladılar. Avrupa Yeşil Mutabakatı bize de Paris Anlaşması’na uyma zorunluluğunu kısa vadede getirecek olduğundan bizim bu zorunluluk ile karşılaşmadan anlaşmayı onaylamamız daha makul seçim oldu. Bugün ise 2015’te verdiğimiz taahhüdü geliştirme noktasında bulunuyoruz. Burada atacağımız adım ise zaten önceden belirlendi. Türkiye 2053 senesinde net sıfır karbon salan bir ülke olma hedefini yeni niyet beyanına yazacak ve ülkemiz için yeni bir devir başlayacak. Bu devirde bundan sonraki 32 sene süresinde karbon salımlarımızı her sene %5,6 azaltmamız gerekecek. İşte asıl kargaşa bu azaltımın hangi sektörde ve ne oranda uygulanacağının belirlendiği toplantılarda yaşanacak.

Bu yazı ilk olarak EKOIQ Kasım-Aralık sayısında yayınlanmıştır.

Yazar Hakkında /

levent@brikasurdurulebilirlik.com

Levent Kurnaz, Avusturya Lisesi’ni 1984’te, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü 1988’de, Fizik Bölümü’nü 1990 yılında bitirirken Elektrik ve Elektronik alanında yüksek mühendis derecesi de almıştır. ABD, Pittsburgh Üniversitesi Fizik Bölümü’nden 1991 yılında yüksek lisans, 1994 yılında ise doktora derecesiyle mezun olmuştur. 1997 yılına kadar New Orleans’daki Tulane Üniversitesi Kimya Bölümü’nde doktora sonrası çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev almıştır. Çalışmalarını halen Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde sürdürmekte olan Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın biri yurtdışında yayınlanan iki kitabı, otuzun üzerinde bilimsel makalesi bulunmaktadır. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi Müdürlüğü yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne bağlı olarak Genel Sekreter’in Sürdürülebilirlik Danışmanı Jeffrey Sachs tarafından oluşturulan Sürdürülebilirlik Çözümleri Ağı’nın Türkiye eş-başkanlığı görevinde de bulunan Levent Kurnaz halen Boğaziçi Üniversitesi’nde iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik ile ilgili lisans ve lisansüstü dersler vermektedir.

Sürdürülebilirlik yolculuğunuzda sizlere destek olmak için varız
X