Çok da uzak olmayan bir gelecekte…

Çok da uzak olmayan bir gelecekte…

1 Ocak: Yeni yıla neredeyse bir bahar havasında girdik. Az daha sıcak olacak olsa yılbaşı sofrasını balkonda kuracaktık. Gençlere anlatsam inanmazlar, 1981’i 1982’ye bağlayan gün de hava güzeldi. Sonra gece 3 civarında kar yağmaya başladı, ertesi gün herkes uyandığında ortalık bembeyazdı. Oysa bu sene yılın ilk günü uyandığımızda kazaklarla balkonda oturup çayımızı içebildik. Üzerimize güneş vuracak olsa kazağa bile gerek kalmazdı.

6 Ocak: Bizim ılık hava Kuzey Kutbu’na da bulaşmış. Hani burası kadar değil ama orası da epey sıcakmış. Haberlerde kutupta sıcaklığın sıfır derecenin üzerine çıktığı söyleniyor.

10 Ocak: Ben anlamadım bu işi, Kuzey Kutbu bile sıfır derecenin üzerindeyken bizim meteoroloji yarın öğleden sonra kar başlayacağını, yarın geceden itibaren sıcaklıkların -5 derecenin altına ineceğini söylüyor. Daha bir hafta önce balkonda oturuyorduk.

12 Ocak: Gene okullar tatil, arabayı yerinden çıkartmaya da imkan yok, kar neredeyse diz yüksekliğine geldi. Çocuklar “kar, kar” diye sızlanıyorlar ama onları dışarı bırakamayacak kadar soğuk hava. Bu akşam da ayaz yaparsa yarın iyice buza döner bu kar.

15 Ocak: Daha yerden kar kalkmamışken sağanak yağış da ortalığı bataklığa çevirdi. Hava on derece birden ısınınca eriyen bu kadar kar suyu nasıl yol bulup da akacak. Yarın gene her taraf göl olur artık.

10 Şubat: Biz Akdeniz iklimini kışları serin ve yağışlı diye öğrenmiştik, serin olmasına serin de yağış nereye gitti anlamadık. Geçen ay başında bir yağdı, sonra da yüzünü göstermedi. Eskiden kışlar sanki daha yağışlı olurdu. Artık kışın yanımıza şemsiye almadan çıkıyoruz çoğunlukla dışarıya.

12 Şubat: Aptal ben, şemsiye almadan çıkarsam dışarıya olacağı bu. İliklerime kadar ıslandım. Bu hava iyice saçmaladı. Kış boyu bir ay damla düşmüyor, sonra da iki saatte ortalığı sel götürüyor. Bari okula varana kadar sabretseydi, kapıdan girene kadar sırılsıklam oldum. İşin yoksa tüm gün ıslak ıslak dolaş.

13 Şubat: Dün havanın garazı banaymış. Ben ıslandıktan sonra gene açtı. Sonra da sanırsın mayıs ayı. Bu havaların dengesi iyice bozuldu artık.

3 Mart: Yazlıkları çıkartsam mı? Millet utanmasa şıpıdık terlikle dolaşacak, ben paltoyla geziyorum hala. Eskiden mayısta yapmaz mıydık yazlık-kışlık değişimini? Ya hatta mevsimlik diye bir şey vardı. Şimdi şubat bitti mi yaz geliyor.

27 Mart: Ben hangi akla hizmet kışlıkları dolaba kaldırdım ki? Bir de kuru temizlemeciye falan götürüp kaldırdım, şimdi de donuyorum. Mart ayı sonunda 5 derece sıcaklık nerede görülmüş? Eskiden böyle değildi.

3 Mayıs: Çiftçiler yağmurun azlığından şikayet ediyorlarmış da daha yaz gelmedi ki. Hala geri çıkarttığım kışlıklarla dolaşıyorum. Ama adamlar da haklı, yağmur neredeyse hiç yağmadı bir aydır.

15 Mayıs: Bolu’da bir otoparkı su basmış, arabalar yüzüyordu suda. Buraya hiç yağmıyor, ama oraya sağlam yağıyor demek ki.

16 Mayıs: Sonunda buraya da yağdı. İyi ki üzerimde hala mont vardı, yoksa çok fena ıslanmıştım. Eskiden bu yağmur hep böyle şiddetli mi yağardı? Şemsiye dayanmıyor, yağdı mı ortalığı sel basıyor. Ama işte bu hep çarpık kentleşme, yağmurun ne suçu var. Akacak yer yok ki, su ne yapsın?

17 Mayıs: Bu normal değil artık, afet. Sokaktan sular bir akıyor, sanırsın yola dere yapmışlar. Hale bak, iki gün önce yağmur yağmadığından şikayetçiydik, bugün ortalığı sel bastı. Bu havaların ayarı iyice bozuldu.

30 Mayıs: İki hafta önce ortalığı seller götürdü, şimdi belediye bu yaz su sıkıntısı çekmemek için tasarruf yapmamız gerektiğini söylüyor. O iki hafta önce yağan yağmur suları nereye gitti? Bizim bodrumdaki pompa hala arada sırada suları çıkartmak için çalışıyor.

21 Haziran: Bugün artık resmen yazın başlangıcı, ben de yazlık kıyafetlere geçebilirim. Havalar o kadar dengesiz gidiyor ki ne giyeceğimizi ben de şaşırdım.

24 Haziran: Valilik yarın hamile ve engelli kamu çalışanlarının izinli sayılacağını söyledi. Hissedilen sıcaklık 45 derecenin üzerinde olacakmış. Ne ki bu hissedilen sıcaklık.

25 Haziran: Anladım hissedilen sıcaklığın ne olduğunu. Hava o kadar nemli ki kendini balık gibi hissediyorsun. İyi ki evde klima var, yoksa akşam çekilmez ev.

25 Haziran: Gecenin on ikisi oldu hava hala serinlemek bilmiyor. Klima olmasa dayanamayız da tüm yaz klimalı odada oturarak da geçmez ki. Eskiden en azından geceleri hava serinlerdi. Hatta hatırlarım memlekette damda yatardık gittiğimizde. Milletin derdi sıcaktan uyuyamamak değil damdan düşüp kolunu veya bacağını kırmak olurdu. Şimdi gündüz sıcak, gece daha da sıcak, hem de nemden yapış yapış oluyoruz.

28 Haziran: Hastanede çalışan bir arkadaş anlattı, son üç günde çok sayıda kalp yetmezliği vakaları gelmeye başlamış. “Sıcaktan” diyor. Eskiden bu kadar çok gelmezmiş. Bence eskiden ne bu kadar çok yaşlı vardı, ne de bu kadar sıcak hava. Şimdi Allah uzun ömür verin, insanlar da epey uzun yaşıyorlar. Eskiden olsa yaşlılar yaylaydı, damdı derken idare ediyorlardı da şimdi şehirlerde hayat kötü. Kliman da yoksa Allah kolaylık versin.

30 Haziran: Bu sıcağın üzerine bir de elektrikler kesildi. Tabii bu milletin hepsi klimalarına dayanırsa devletin elektriği yeter mi? İnsanlarda en ufak saygı ve akıl kalmadı. Düşünemiyorlar bu kadar klimaya elektriğin yetmeyeceğini. Ama elektrikler kesilince hava biraz serinledi mi ne? İnşallah akşama kadar gelir elektrik, yoksa vallahi arabada yatarım klimayı açıp.

18 Temmuz: Sabah biz evden çıkarken bir şey yoktu ama simitçiye vardığımızda kıyamet koptu. Sanki gök yarıldı. Buna bardaktan boşanmak bile denmez, bardak küçük gelir, kovadan boşanırcasına yağdı. İki saat simitçide hapis kaldık. Sonra hafif sakinlediğinde okula koşabildik. Afet bu ya, normal yağmur böyle olmaz. Sabah hava neredeyse kararmış gibiydi, şimşekler, yıldırımlar, sanırsın kış mevsimindeyiz. Haberlerde Sarıyer metrosunu su basmış diyor, sadece Hacıosman-Taksim arası çalışıyormuş. Evde de elektrik yok. Mahalledeki trafoyu su basmış.

31 Ağustos: Konya Ovası’nda artık sadece güneş enerji santralleri yapılacakmış. Anladığım kadarıyla bir yandan fazla yağış düşmüyor artık, öte yandan da yer altı suyu bile çıkmıyormuş. Onun için bırakın şeker pancarını veya mısırı, buğday bile zor yetişiyormuş. Çiftçiler “buğday yetiştirmek için uğraşacağımıza güneş enerjisi işine gireriz” diyorlarmış. Buğdayı da Ruslardan alırız artık. Eskiden biz Konya Ovası’na tahıl ambarı derdik, şimdi kendi buğdayımızı zor yetiştiriyoruz.

17 Ekim: Sabah kalktık inanılmaz bir rüzgar. Köprüde bile trafik adım adım gidiyor. Tüm vapurlar iptal olmuş. Hani lodosu biliriz de bu biraz delirmiş hali lodosun. Köprünün iki başındaki bayrak direklerinden de bayrakları kopartmış.

18 Ekim: Biz bayraklara dertlenirken lodos çok daha ağır iş çıkartmış başımıza. Kadıköy’de dalgalar o derece çıldırmış ki sular taşları aşıp metroya dolmuş. Kadıköy istasyonu büyük zarar görmüş. Uzun süre de o suyu boşaltamazlar, boşaltsalar da tuzlu su sistemlere zarar vermiştir, o istasyondan epey zaman hayır gelmez.

9 Kasım: Donduk bugün. Havalar sıcak gidiyor derken bugün birden soğudu ne olduğumuzu anlamadık. İnşallah üşütmem. Dolaptaki yedek kazakla eve giderim ama bu akşam paltoları çıkartmak gerekecek.

10 Kasım: Daha kasım ayının başındayız, kar nereden çıktı. Hani fazla yağmadı ama yollar az da olsa kayganlaşmıştı. Bu havaların düzeni tamamen bozuldu. Ya sıcak ya soğuk. Eskiden ilkbahar ve sonbahar diye mevsimler vardı, şimdi iki mevsime indik, hava ya sıcak ya da soğuk.

17 Kasım: Sanki geçen hafta kar atıştırmamış gibi bugün de “bahardan kalma bir hava var sayın seyirciler”. Sabah montla çıktım evden ama öğlen o bile fazla geldi. Aslında montu da yağmur atıştırır diye almıştım ama epeydir yağmıyor. Geçen ayın ortasında o lodos fırtınasıyla birlikte yağmıştı en son. O da felaket bir fırtınaydı. Kadıköy istasyonu hala kapalı. Metro Ayrılık Çeşmesi’ne kadar çalışıyor. Bu ayın sonunda normale döneceğini söylüyorlar.

7 Aralık: Hava lütfetti de azıcık yağmur gördük bu hafta. Eskiden kış dediğin daha yağışlı olurdu. Şimdi kış desen kış değil, sonbahar desen sonbahar değil garip bir havada yaşıyoruz. Ben çocukken hatırlarım üst üste kaç gün yağdığı olurdu havanın. Ama şimdiki gibi bardaktan boşanırcasına değil; yağardı biraz, sonra hafif açardı, çıkıp caddede biraz top oynardık, sonra gene kapayıp yağardı. Sokaklardan sel aktığını pek hatırlamıyorum. Şimdi ne zaman yağsa sel götürüyor, yağmadığı zaman da hiç yağmıyor.

28 Aralık: Çocuklar yılbaşının geçen seneki gibi karlı olup olmayacağını soruyorlar. Daha bu hafta sonu bisiklet binmeye kazakla gittik. Geçen seneki karı görmemiz zor görünüyor. Yağmur yağsa yeter.

Yazar Hakkında /

levent@brikasurdurulebilirlik.com

Levent Kurnaz, Avusturya Lisesi’ni 1984’te, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü 1988’de, Fizik Bölümü’nü 1990 yılında bitirirken Elektrik ve Elektronik alanında yüksek mühendis derecesi de almıştır. ABD, Pittsburgh Üniversitesi Fizik Bölümü’nden 1991 yılında yüksek lisans, 1994 yılında ise doktora derecesiyle mezun olmuştur. 1997 yılına kadar New Orleans’daki Tulane Üniversitesi Kimya Bölümü’nde doktora sonrası çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev almıştır. Çalışmalarını halen Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde sürdürmekte olan Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın biri yurtdışında yayınlanan iki kitabı, otuzun üzerinde bilimsel makalesi bulunmaktadır. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi Müdürlüğü yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne bağlı olarak Genel Sekreter’in Sürdürülebilirlik Danışmanı Jeffrey Sachs tarafından oluşturulan Sürdürülebilirlik Çözümleri Ağı’nın Türkiye eş-başkanlığı görevinde de bulunan Levent Kurnaz halen Boğaziçi Üniversitesi’nde iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik ile ilgili lisans ve lisansüstü dersler vermektedir.

Sürdürülebilirlik yolculuğunuzda sizlere destek olmak için varız
X