Karbon Yakalama ve Saklama (CCS)

Karbon Yakalama ve Saklama (CCS)

2014 yılı Aralık ayındaki Lima İklim Zirvesi’nden itibaren iklim çevreleri 2015 yılı Aralık ayında Paris’te yapılacak olan iklim zirvesinde tüm dünya ülkelerinin kabul edeceği ve katılacağı iklim anlaşmasını hazırlamaya koyuldular. Bu yeni iklim anlaşması öncelikle gönüllülük temeline dayanıyordu. Anlaşmaya taraf olan ülkeler 30 Eylül 2015 tarihine kadar iklim değişikliğine engel olmak için neler yapmayı planladıklarını Birleşmiş Milletler’e bildirdiler. Aralık ayındaki Paris Anlaşması da ülkelerin kendi istekleri ile belirledikleri bu taahhütler dikkate alınarak imzalandı.

Ülkelerin planları büyük ölçüde bugün için var olan teknolojilerin kullanımı ile sera gazı salımlarının azaltılmasına dayanıyordu. Ancak tüm ülkelerin planlarını bir araya getirdiğimiz zaman bile dünyanın ortalama sıcaklığının 3 derece artmasının önüne geçmek mümkün değildi. Sıcaklık artışının en fazla 2 derece ile sınırlanmasının tek yolu 2050 yılında tüm dünyadaki net sera gazı salımlarının sıfırlanması ile mümkündür. Yani eğer küresel ısınmayı ciddi olarak engellemeyi düşünüyorsak hedefimiz 2050 yılında atmosfere karbondioksit salmamak olmalıdır.

2050 yılındaki bu hedefi gerçekleştirmenin iki ana yolu vardır. Ya atmosfere karbondioksit salan teknolojileri terk ederek rüzgar ve güneş enerjisi gibi temiz teknolojilere geçeriz ya da kömür ve petrol gibi eski kirli teknolojilerimizi kullanır ama çıkan karbondioksidi yakalayıp saklarız. Bu sorunun esas çözümünün kirli teknolojileri terk etmek olduğunu hepimiz biliyoruz, ama gene de diğer “çözüm önerisini” de değerlendirmek istiyorum.

Öncelikle “Çıkan karbondioksidi yakalama ve saklama ne zaman ve neden gerekli olabilir?” sorusuna cevap arayalım. Diyelim dünyada öyle bir yerde yaşıyorsunuz ki ne güneşi görüyorsunuz ne de rüzgar esiyor, ama bol bol kömürünüz var. Bu durumda kömürü yakıp, çıkan karbondioksidi saklamak makul bir çözümdür. Ama bildiğim kadarıyla dünyada bu tanıma uyan bir bölge yok. Kömür çıkan bölgelerin tamamında güneş ve rüzgar enerjisinden faydalanmak da mümkün.

İkinci ihtimal kömürün çok ucuz ama bunun alternatifi olacak güneş ve rüzgarın çok pahalı olması. Buna da şu şekilde yaklaşmamız mümkün: Kömür yaklaşık 1750’den beri enerji üretimi için kullanılan bir teknoloji ve bu nedenle de teknolojik olgunluğa ulaşmış durumda. Bunun bize getirdiği ise teknolojinin iyileştirilmesindeki zorluk ve fiyat iyileştirilmesinin mümkün olmaması. Yani yeni bir teknoloji çıktığında kömür yakan termik santrali daha ucuza kuramıyorsunuz. Ayrıca kolayca ulaşılabilen kömür yatakları da gittikçe tükendiğinden (çünkü 250 senedir yüzeyde kolayca ulaşılabilen kömürü zaten bulup yaktık) girdi olarak kullanılan kömür de ucuzlamıyor. Bu iki nedeni topladığımızda kömürden enerji üretmenin maliyetinin azalmayacağı kolayca görülebilir. Oysa bunun alternatifi olan güneş ve rüzgar enerji sistemleri yeni teknolojiler olduğundan geliştirmeye açıklar. Bundan dolayı da bu alternatif kaynaklardan üretilen enerjinin hem yatırım hem de üretim maliyeti her geçen gün düşüyor. Ayrıca bildiğim kadarıyla üretim girdisi olan güneş ve rüzgar da şimdilik bedava.

Bir de konu burada bitmiyor, çünkü çıkan karbondioksidi de yakalayıp saklamanız gerekiyor ki bu da öncelikle hiç ucuza gelmiyor. Hatta daha açık söylemek gerekirse, bugün için pahalı bir yakalama teknolojisi olsa da saklama teknolojisi henüz mevcut değil. Böyle bir teknolojinin orta vadede bulunabileceğini varsaysak bile maliyeti normal kömür santrali üretim maliyetlerinin üzerine binecektir. Bundan dolayı da bugün zaten devlet destekleri olmadan daha pahalı olan kömürden enerji üretmenin maliyeti karbondioksidi saklama bedeliyle birlikte rüzgar ve güneşten çok daha pahalı olacaktır.

Tüm bunları göz önüne aldığımızda 2050 yılında atmosfere karbondioksit salmayan bir enerji sistemini yaratmak ancak bugünden tüm kömür yatırımlarına son vermekle mümkün. Şu anda kurulmuş ve çalışmakta olan termik santrallerin çalışma ömürleri zaten 2050 yılından önce sona ereceğinden bunu uzatmak için gereksiz yatırımlardan kaçınmak gerekli. Yeni kömür santrali yapımına da izin vermediğimiz anda bu soruna çözüm bulmuş oluyoruz. Daha mucizevi bir çözüm yolu üretmemize gerek yok. Bu noktada da karbon yakalama ve saklama ancak bugün çalışmakta olan santrallerin salımlarının engellenmesi için kullanılabilir. Bu da zaten yüksek olan maliyetlere ek bir maliyet yaratacağından enerji sektörü tarafından hoş karşılanmayacaktır.

Buradan şunu kolayca anlamak mümkün: Eğer biri size “Kömür yakmaya devam edebiliriz, ama çıkan karbondioksidi yakalayıp saklamak şartıyla” diyorsa bunun anlamı şudur: “Biz sadece eldeki kömürlü termik santralleri çalıştırmayı değil yenilerini de yaparak bu kirli teknolojilere bağımlılığı sürdürmek istiyoruz.” Bunun bizi 2050 yılının ötesinde de karbondioksit salarak atmosfere zarar vermeye götüreceğini de biliyoruz. Ama size hoş görünmek için çıkan karbondioksidi yakalayıp saklayacağımızı söylüyoruz. Aslında bunun olmayacağını biz de biliyoruz. Ancak herkesin eşit ve ucuza enerjiye ulaşımına imkan sağlayacak yeni teknolojilere yatırım yapmak kapitalist sistem içerisinde düşünmek istemediğimiz bir çözüm.”

Küresel ısınma problemine çare bulmak istiyorsak bunun yolu Einstein’ın dediği gibi bizi bu belaya sokan düşünce yapılarının ürettiği çözümlerden gelemez. Yeni bir düşünce yapısını oluşturacak bir enerji dönüşümü gereklidir. Bu enerji dönüşümü için de kömür gibi eski ve kirli teknolojileri geride bırakmalıyız. Bacalara filtre takmak veya çıkan gazı tutup yeraltına gömeceğini iddia etmekle sadece aynı teknolojilerin devamına yardımcı olmuş oluruz.

Ayrıca, karbon yakalama ve saklama teknolojilerinin gerek maddi gerekse teknik açıdan neden mümkün olmayacağını bir başka yazıda anlatacağım. Bir de unutmayalım karbon yakalama ve saklama sadece büyük enerji sistemleri için mümkün olan bir çözüm. Sizin arabanızdan çıkan karbondioksidi yakalamak için kullanılması hem çok zor hem de fazlasıyla maliyetli.

Bilim ve felsefede kullanılan Ockham’ın Usturası adında temel bir prensip vardır. Bu prensibe göre bir problemin çözümü için en doğru yaklaşım en az varsayımı gerektirir. Atmosferdeki karbondioksit miktarı bugün için bile çok fazla ve bu, iklimin değişmesine yol açıyor. Bunu engellemenin en temel yolu mümkün olan en kısa zamanda atmosfere karbondioksit salmayı bırakmaktır. Geri kalan tüm yollar bundan çok daha karmaşık varsayımlara gerek duyar ve doğru çözüm değildir.

Yazar Hakkında /

levent@brikasurdurulebilirlik.com

Levent Kurnaz, Avusturya Lisesi’ni 1984’te, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü 1988’de, Fizik Bölümü’nü 1990 yılında bitirirken Elektrik ve Elektronik alanında yüksek mühendis derecesi de almıştır. ABD, Pittsburgh Üniversitesi Fizik Bölümü’nden 1991 yılında yüksek lisans, 1994 yılında ise doktora derecesiyle mezun olmuştur. 1997 yılına kadar New Orleans’daki Tulane Üniversitesi Kimya Bölümü’nde doktora sonrası çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev almıştır. Çalışmalarını halen Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde sürdürmekte olan Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın biri yurtdışında yayınlanan iki kitabı, otuzun üzerinde bilimsel makalesi bulunmaktadır. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi Müdürlüğü yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne bağlı olarak Genel Sekreter’in Sürdürülebilirlik Danışmanı Jeffrey Sachs tarafından oluşturulan Sürdürülebilirlik Çözümleri Ağı’nın Türkiye eş-başkanlığı görevinde de bulunan Levent Kurnaz halen Boğaziçi Üniversitesi’nde iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik ile ilgili lisans ve lisansüstü dersler vermektedir.

Sürdürülebilirlik yolculuğunuzda sizlere destek olmak için varız
X