Kutuplar eridiğinde geri dönülemez yola girmiş olacağız

Kutuplar eridiğinde geri dönülemez yola girmiş olacağız

Kutup bölgeleri belki de gezegenimizdeki tüm canlılığın geleceğini belirleyecek öneme sahip. Bu sene buzun kapladığı alanın tarihte ölçülmüş en düşük seviyeye düşeceği düşünülüyor. Bu da bize iklim krizinin artık kontrolden çıkmaya başladığını gösteriyor.

Geçtiğimiz haftalarda iklimle ilgili kötü haberlerin önemli bir kısmı kuzeyden geldi. Önce Grönland’da şimdiye kadar hiç görülmemiş biçimde bir erime olduğu haberini okuduk. Sonra da Rusya’nın kuzeyinde sönmek bilmeyen yangınlar olduğunu duyduk. Hepimizin aklına aslında benzer şeyler gelmiştir: “Kuzeyin soğuk olması gerekmiyor muydu? Nereden çıktı bu yangınlar? Grönland’ın erimesi de nasıl oluyor?”

İklim değişikliği dünyanın her tarafını değişik biçimde etkiliyor. Bu etkiler gündelik yaşam içerisinde kolayca algılayabileceğimiz biçimde de olmayabiliyor üstelik. Kutup bölgeleri de kolayca anlayabildiğimiz ve alışık olduğumuz yerler değil. Oysa kutup bölgeleri belki de gezegenimizdeki tüm canlılığın geleceğini belirleyecek öneme sahip. Bundan dolayı da en azından bu bölgenin temel özelliklerini ve iklim değişikliğinin kutuplarda neden özellikle önemli olduğunu belirtmek istedim.

Kutuplar nasıl erir?

Öncelikle iki kutup bölgesinin birbirinden çok farklı özellikleri olduğunu bilmemiz gerekiyor. Kuzey Kutbu bir okyanusla kaplıdır. Bir yanda Kanada ve Alaska, diğer yanda da Rusya’nın arasında sadece derin bir deniz vardır. Bu deniz senenin büyük bölümünde tamamen buzla kaplı olduğundan bize arada kara parçası varmış gibi gelir ama aslında denizin üzerinde ortalama kalınlığı sadece 3 metre olan bir buz tabakası bulunur. Buna karşılık Güney Kutbu üzerinde epey büyük kara parçası yer alır. Bu kara parçasının üzerinde de kalınlığı yer yer beş kilometreye yaklaşan çok kalın bir buz katmanı vardır.

Tropiklerde ısınan deniz suyu Gulf Stream dediğimiz bir akıntıyla Atlantik Okyanusu’nda kuzeye doğru hareket eder. Bu sıcak su akıntısı yanından geçtiği Avrupa’nın batı kıyısını da ısıtarak kuzeye çıkar. Güneyde ise Antarktika’yı kemer gibi saran bir soğuk su akıntısı bulunur. Bu soğuk su akıntısı tropiklerden gelen sıcak suyun Antarktika’ya ulaşmasına izin vermez.

Anlaşıldığı üzere, Dünya’nın iki kutbunun birbirine benzer davranmasını beklememeliyiz. Bu iki kutbun ortak özelliği üstlerindeki hava ısındığı zaman yüzeyden erimeye başlamalarıdır. Dünya’nın atmosferi kutuplar üzerinde daha ince olduğundan bu ince atmosferin sıcaklığının değişmesi de atmosferin daha kalın olduğu Ekvator bölgesine oranla daha kolaydır. Yani atmosferin her yerine fazladan %1 enerji versek, atmosferin daha ince olduğu kutupların sıcaklığı Ekvator’a oranla daha fazla yükselir.

Bunun dışında, daha soğuk olan hava her zaman daha az su buharı taşıyabilir. Daha az su buharı taşıyan havayı ısıtmak da daha çok su buharı taşıyan havayı ısıtmaktan daha kolaydır. Ayrıca sıcak havanın ısısının bir kısmı da deniz suyunu buharlaştırmaya harcanır. Oysa buzu eritmek suyu buharlaştırmaya kıyasla çok daha az enerji gerektirir. Bu nedenlerle atmosferin her noktasına eşit miktarda ısı versek, kutupların sıcaklığı Ekvator’un sıcaklığına oranla çok daha fazla artar.

Ama tüm bunların ötesinde hepimizin bildiği gibi, koyu renkler ısıyı emer, açık renkler ise yansıtır. Kuzey Kutbu’nu kaplayan 3 metrelik buz tabakası yer yer eridiğinde altından görünmeye başlayan deniz koyu laciverttir. Yani beyaz renk gidip yerini lacivert renk aldığında daha fazla ısı tutulmaya başlanır, bu da Kuzey Kutbu’nun Ekvator’a göre çok daha hızlı ısınıyor olmasının temel nedenidir.

Grönland üzerinde ise eriyen su ufak göletler oluşturur. Bu ufak göletler buzun bembeyaz yüzeyini mavi havuzlarla kaplayarak yüzeyin daha da hızlı erimesine neden olurlar. Sibirya ve Kanada’nın kuzeyinde eriyen karların altından çıkan yeşil ormanlar da ortamın normalden fazla ısınmasına neden olur. Tüm bu unsurları birleştirdiğimizde kutupların ısınmasının orta enlemlere oranla ne derece daha tehlikeli olduğunu kolayca anlayabiliriz. Eriyen buzun altından lacivert deniz görünmeye başladığında o denizi tekrar dondurmak için kutuptaki havanın her geçen sene biraz daha soğuk olması gerekirken tam tersi bir durum gerçekleşiyor. Hava her geçen sene bir önceki seneden daha sıcak olduğundan daha fazla buzun donması yerine erimesiyle karşılaşıyoruz.

Kuzey Kutbu’ndaki buz miktarı eylül ayında, yani uzun yaz mevsiminin sonunda kapladığı alanla belirlenir. Bu sene buzun kapladığı bu alanın tarihte ölçülmüş en düşük seviyeye düşeceği düşünülüyor. Bu da bize iklim krizinin artık kontrolden çıkmaya başladığını gösteren örneklerin belki de en önemlisidir.

Bu yazı ilk olarak Yeşil Gazete‘de yayınlanmıştır.

Yazar Hakkında /

levent@brikasurdurulebilirlik.com

Levent Kurnaz, Avusturya Lisesi’ni 1984’te, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü 1988’de, Fizik Bölümü’nü 1990 yılında bitirirken Elektrik ve Elektronik alanında yüksek mühendis derecesi de almıştır. ABD, Pittsburgh Üniversitesi Fizik Bölümü’nden 1991 yılında yüksek lisans, 1994 yılında ise doktora derecesiyle mezun olmuştur. 1997 yılına kadar New Orleans’daki Tulane Üniversitesi Kimya Bölümü’nde doktora sonrası çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev almıştır. Çalışmalarını halen Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde sürdürmekte olan Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın biri yurtdışında yayınlanan iki kitabı, otuzun üzerinde bilimsel makalesi bulunmaktadır. Aynı zamanda Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi Müdürlüğü yapmaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne bağlı olarak Genel Sekreter’in Sürdürülebilirlik Danışmanı Jeffrey Sachs tarafından oluşturulan Sürdürülebilirlik Çözümleri Ağı’nın Türkiye eş-başkanlığı görevinde de bulunan Levent Kurnaz halen Boğaziçi Üniversitesi’nde iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik ile ilgili lisans ve lisansüstü dersler vermektedir.

Sürdürülebilirlik yolculuğunuzda sizlere destek olmak için varız
X